8 Mart 2010 Pazartesi

Dijital Fotoğraf ve Şimdiki Önemi (after Stieglitz)

Fotoğraf, bulunuşunda ve her teknik yenilenmesinde tartışma yarattı. Şimdi de dijital teknoloji tartışılmakta. Ancak meseleyi geçtiğimiz dönemde fazlasıyla üzerinde durulan “dijital mi anolog mu” çerçevesinden uzağa çekmek gerekiyor. Çünkü dijital kendisi de teknolojik bir buluş olan fotoğrafın bugün geldiği nokta. Öbür taraftan tarihi 150 yıl olan, tamemen yenilenme ve güncellenme üzerine kurulu bir disiplinde geleneksel bir tutum takınmak zaten meselenin kendisine ters.

Her teknik kendi estetiğini yarattı

Kendisi teknik bir buluş olan fotoğrafın tarihi de bu tekniğin geliştiği ve yenilendiği bir tarih olmuştur. Fotoğraf tarihinin ilk dönemleri pozlama süresinin uzunluğu nedeniyle kamera karşısında uzun süre hareketsiz durarak poz vermeyi gerektiriyordu. Fotoğraf tarihinin ilk karelerinden biri olan Daguerre’nin, Paris Bulvarı fotoğrafında (1839) çekildiği tarih ve saatte kalabalık olan sokak fotoğrafta bir ayakkabı boyacısı ve müşterisi dışında kimsenin olmadığı ıssız bir sokak olarak görünmektedir. Pozlama süresi nerdeyse 10 dakikayı aştığından fotoğrafta uzun süre sabit bir noktada kalan bir ayakkabı boyacısı vardır. Sonuç olarak fotoğraf tarihinin ilk karelerinden birine baktığımızda var olan durum, tüm fotoğraf tarihi için geçerlidir: Fotoğrafın her teknik dönemi kendi estetiğini yaratmıştır.

Siz deklanşöre basın; gerisini bir yapıyoruz

Fotoğraf teknolojisi her yenilenme döneminde birçok tartışmanın doğmasına da neden olmuştur. Örneğin taşınabilir fotoğraf makinelerinin bugün hala kullanılan “ Siz deklanşöre basın gerisini bir yapıyoruz” reklam sloganı ile piyasaya çıktığı 19.yy sonlarında fotoğrafın sanat olarak kabul edilmesi için büyük çaba gösteren Alfred Stieglitz bile kullanılmasına karşı çıkmıştır. Ancak fikrini kısa bir zaman sonra değiştirerek desteğini vurgulamak için “ Elde Taşınan Fotoğraf Makinesi ve Şimdiki Önemi” isimli 1897 tarihli bir yazı kaleme almıştır.

Fotoğraf zaten teknolojik bir buluş olarak tarihte yerini almıştı. Dolayısıyla gelişecek ve teknolojisi yenilenecektir. İnsanoğlu da bu yenilenmeyi başta isteksiz görünse de aslında büyük bir coşkuyla kabul edecek ve kullanıma sokacaktır. Bu durum Türkiye’de tartışıldı, dijital fotoğrafa olan güvensizlikler vurgulandı ancak sonuç tabii ki dijital teknolojinin zaferiyle sonuçlandı. Devam eden süreçte ise dijital teknoloji üzerine yayınlar başladı.

Türkiye’den iki örnek



“Düzeltilmiş Doğa” serisi ile perspektif kavramını sorgulayan Alp Esin fotoğrafı melez bir disiplin olarak tanımlıyor: “Fotoğraf, neredeyse periyodik olarak 20 yılda bir anlatım olanaklarını ciddi olarak değiştiren gelişmelere sahne olmuş. Tek kare görüntüyü oluşturmak için kaç farklı teknolojiyi bir arada kullanıyoruz ve bu geçmişte nasıldı? Bu soruya vereceğimiz cevaplar aslında fotoğraf ve sayısal teknoloji ilişkisini bize özetliyor: fotoğraf, melez bir alan. Bu, üretiminden tüketilmesine kadar bütün süreçleri içerisine alacak şekilde böyle. Kültür ürünlerini kağıt kullanmadan tüketmeye başladığımız son yirmiyılda, görüntü üretiminin analog teknolojilere bağlı kalmasını beklemek en azından fotoğraf açısından haksızlık olurdu.”



Murat Germen’in sanat eserinin içsel ruhu ve şartlara bağımlı bir şekilde gelişen dışsal algısındaki olası farkları konu edinen son serisi “Aura” da dijital estetik üzerine temellendirilmiş bir çalışmaydı. Germen, fotoğrafçıların dijital tekniklerle yeni estetikler oluşturmakta olduklarını belirtiyor: “Bilgisayar, kameralar ve yazılımlarda var olan olasılıkların bazı teknik işlemleri kolaylaştırması, fotografı bir ifade aracı olarak kullanan sanatçıların vizyonlarını, üzerine çalıştıkları konularını, öyküsel anlatımlarını, içeriği dizimleme biçimlerini ve işlerini paylaşma yöntemlerini gözden geçirmelerine aracı olmuştur. Analog yöntemlere takıntı düzeyinde bağlı olan bazı fotografçılar sayısal yöntemleri hiçe saysalar da, sayısal teknolojinin getirdiği çeşitlilik ve avantajların farkında olan bilinçli sanatçılar yeni fotograf estetikleri oluşturma şansı bulmuşlardır.”

Dijital estetik

Dijital teknoloji ile birlikte fotoğraf estetiğinin, fotoğrafçının davranışının ne yönde değiştiğini, paylaşım, kopya ve manipülasyon gibi sorunları değerlendirdğimizde ortaya şöyle bir tablo çıkıyor.

1. Enstrümanlar değişti.

Fotoğraf makinesi, film, baskı gibi malzeme ve süreçlerin yerini dijital makine, bilgisayar ve dijital baskı süreçleri aldı.Fotoğrafçının enstrümanları değişti.

2. Görüntü üretmek artık daha hızlı ve ekonomik

Dijital teknoloji filmi ve banyo aşamasını ortadan kaldırdı.Çekilen fotoğrafın anında görünmesine olanak sağladı. Baskıda veya rötuşla yapılanlar ve yapılamayanların dahil olduğu daha kolay ve daha hızlı bir süreç ortaya çıktı. Bu da hem maddi olarak hem de zaman açısından daha ekonomik görüntü üretme süreci yarattı.

3. Fotoğrafçının davranışı değişti

Fotoğrafçı çektiği kareyi anında görme imkanına kavuştu. Öbür yandan vizörün yanı sıra ekrandan bakarak çekme imkanı da fotoğrafçı makine ve çektiği obje arasındaki ilişkiyi değiştirdi. Yeni bakış açıları doğurdu.

4. Dijital teknoloji kendi estetiğini yarattı.

Fotoğrafçılar dijital teknolojiyi kullanarak yeni tarzlar, anlatım biçimleri ve çalışmalar üretmekteler. Fotoğraf tarihi kadar eski olan montaj, kolaj ya da değişik yüzeylerin verilerinin üst üste istenilen miktarda kullanılmasına imkanını sağlayan layer tekniği gibi yöntemlerin daha yetkin bir biçimde kullanılmasının yanı sıra dijital teknolojilerin olanakları yeni anlatım biçimleri oluşturulmasını sağladı. Dijital teknoloji dönemin ruhunu yansıtan yeni bir estetik yarattı.

5. Yeni bir gerçeklik anlayışı

Dijital teknoloji gerçekliği çoğaltarak, parçalayarak, parçaları birleştirerek sürreel bir alana taşıdı. Dijital teknolojinin sunduğu imkanlar yeni bir gerçeklik anlayışı doğurdu.

6. İçerik öne çıkıyor

Kolay kullanımlı dijital makineler ve edit programları ile teknik yetkinliğe ulaşmak kolaylaşınca içerik, çalışmaların kavramsal çerçevesi ve bağlamı, fotoğrafta neyin gösterildiği ve bununla ne denmek istendiği öne çıktı.

7. Sınırsız paylaşım

Dijital teknoloji internet ile birleşince fotoğrafların hızlı bir şekilde paylaşım imkanı doğdu. Fotoğrafların internette yer aldığı andan itibaren sayısız kez kopyalanması ve indirilmesi mümkün ve bu, fotoğrafçının denetleyemeyeceği bir sürece dönüştü.

8. Orjinal yok oldu ya da var mıydı?

Fotoğraf bulunduğunda çoğaltılabilmesi ile orjinalite kavramını sarsmıştı ancak bu sarsıntı ne kadar büyük olsa da fotoğraf için negatifin tekliği söz konusuydu. Dijital teknoloji ile ise ana dosya bile kopyalanabilir ve çoğaltılabilir hale geldi. Orjinallik ve tekliğin yerini çokluk ve kopya aldı.

9. Arşivleme sorunu ya da dijital çöp

Dijital dosyaları arşivlemek bellekler dolusu dosya anlamına geliyor. Ancak dijital arşivleme araçlarının ömrü tam olarak bilinemediğinden arşivlerin yok olması da olasılık dahilinde.

10. Baskı yok (mu) oluyor

Son dönemde tartışılan meselelerden biri de baskının yok olup olmayacağı. Baskı yerine dijital görüntünün ekranlarda sergilenmesine birçok kez şahit olduk. Bir sonraki aşama ise sanat yapıtı olarak baskı yerine dijital dosyanın kabul edilmesi, fiyatlandırılması, alınıp satılması ya da edisyon uygulanması olabilir mi?


Kaynaklar:

1. Murat Germen, “Sayısal Anlak: Çağdaş Fotograf Pratiğinde Dönüşümler”, Sayısal Buluşmalar –Uluslararası Sempozyum, Sabancı Üniversitesi İletişim Merkezi, Minerva Han, Karaköy, İstanbul, 5 – 8 Ocak 2009
2. Alp Esin, “Modern Zamanlar, Anneannemin Dijitali” , http://pimoka.blogspot.com/

“Modern Yaşamın Düzgün Kalıntıları” Alp Esin'in Düzgün serisi hakkında bir yazı




Perspektif, üç boyutlu görüntünün iki boyutlu yüzeye aktarılırken daha gerçekçi görünmesini sağlayan mekanik temelli bir teknik olarak tanımlanır ve sanatın bilimden faydalanma noktalarından biridir. Rönesans ile birlikte ortaya çıkar ve büyük hayranlık yaratır. Çünkü gerçeğe yakın görüntü oluşturur.

Örneğin, bugün birçok değişik versiyonuyla, resim, fotoğraf ya da illüstrasyon olarak karşılaştığımız bu imaj, Hollandalı ressam Meındert Hobbema’a aittir ve dönemin önemli perspektif örneklerinden biridir. Geriye doğru gidildikçe küçülen ağaçlar, arkada küçük görünen köy ve daralan köy yolu… Rönesans’ta büyük heyecan uyandıran bu resimlerin gerçeğe yakın ya da canlı gibi görülmesi sadece perspektif tekniğinin nesnelerin boyutlarını gözün gördüğü gibi resmedilmesi sonucu ortaya çıkmaz. Renklerin de uzaklık ve yakınlıklarına göre göze farklı göründükleri anlaşılır ve buna uygun resmedilmeye başlanır.
Resimde perspektif kurallarına uygun olarak resmetmeye başlamak için öncelikle bir göz noktası belirlenir. Bu göz noktasına uygun olarak resmin dış yüzeylerini belirlemek için iki çizgi çizilir ve dış yüzeyler belirlenir. Esin’in düzgün serisinde göz noktası, fotoğrafçının mekan içerisinde durduğu, görüntüye baktığı, fotoğrafı çektiği yerdir. Bu nokta göz noktası olarak belirlendiğinde ise imajın sınırları bir dikdörtgen değil yamuğa dönüşür. Bu noktada da daha önce sanat tarihinde tanımlanmamış bir görüntü oluşmuş olur.
John Berger’in dediği gibi perspektifi kullanan her çizim ve resim izleyiciye dünyanın merkezi olduğu hissini verir. “Düzgün” serisindeki her hangi bir kareye bakan izleyici, fotoğrafçının bakış noktasına hareket etmek fotoğrafa bakışını bu noktaya göre belirlemek durumundadır. Dikdörtgenden yamuğu oluşturan fazlalıklar da izleyiciye göz noktasına doğru hareket ederek bakması için yardım eder. İzleyici ancak o noktadan baktığında dünyanın merkezi olduğu hissine kapılır.
“Düzgün” serisinde fotoğrafın en başından beri her durumda konumunu ona gore belirlemek durumunda kaldığı, fotoğrafı çekilen şeyin kendi gerçekliği ile izleyici arasındaki ilişkide farklılaşma yaşanır. Esin, izleyiciyi fotoğrafın karşısında dururken, kendisinin fotoğrafı çekerkenki bakışının içine sokar. Bu anlamda düzgün serisi fotoğrafın bugüne kadar izleyiciyle kurduğu ilişkinin bir adım önünde bir ilişki biçimi sunmaktadır.
Perspektif, mekanı figürlerden baskın duruma getirerek, mekanın imajdaki rolünü değiştirir. İmajın ana konusu, mekana dönüşür. Bu anlamda da düzgün serisi için bu, seriyi tamamlayan bir uygulamadır. Çünkü bu seride konu mekandır, mekanın yalnızlığıdır. Bir doğa görüntüsü, içinde insan olsun olmasın terkedilmişlik ve yalnızlığın tam tersi olarak yaşamı temsil eder. Ancak söz konusu olan insan elinden çıkma bir mekansa ve kareler artık orada olmayan insanların izlerini gösteriyorsa bu yaşanmışlığın sona erdiğini gösterir ki bu da doğrudan sona yani ölüme gönderme yapmaktadır. Artık kullanım dışı olmuş doğru tabiriyle modern yaşamın doğadaki kalıntıları terk edilmişlik duygusu yaratır. “Düzgün” serisini oluşturan karelerde tek tük insanlar görülür. Ancak onların varlığı mekanın yaşayan bir yer haline gelmesini sağlamaz. Onların varlıkları bu ıssızlık ve terkedilmişlikle birliktedir; onunla karışıktır, bütündür. Onlar da modern yaşamın kıyıya ittiği kalıntılardır ve aynı ıssızlığı paylaşırlar.

Fotoğraf, gerçekle kurduğu ilişkiyi bulanık suların ilerisine çekemeyen, ancak tüm gücünü bu bulanıklıktan alan, ondan beslenen bir disiplin. “Düzgün” serisiyle Esin, suları biraz daha bulandırıyor. İzleyicinin, perspektif düzeltmesi sayesinde her kareye fotoğrafı çektiği noktadan bakmasını sağlıyor. İzleyiciyi kendi göz noktasına çekerek bir yandan onun özdeşlik duygusunu beslerken diğer yandan da aslında bunun imkansızlığını gösteriyor.